İş Sağlığı ve Güvenliği
İş sağlığı ve güvenliği (İSG) ile ilgili kamu algısı, ülkemizde 2012 yılında 6331 sayılı İSG kanunu yürürlüğe girdikten sonra en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Çünkü önceden ülkemizde tüm çalışanları kapsayan böylesine bir düzenleme yoktur. Avrupa Birliği üyelik sürecinde yapılan bu düzenleme gerçekten devrim niteliğindedir. Lakin ülkemizdeki çalışma sosyolojisi ve kurumsal yapılar bu düzenleme öncesi yeterince hazırlanmadığı için gerçek manada bir başarıdan söz edemiyoruz. Bu yazıda iş sağlığı ve güvenliği algısı tüm aktörler açısından masaya yatırılacaktır. Yazının sonunda da NASIL OLMASI GEREKİYOR? sorusuna bir nebze cevap bulmaya çalışacağız.
Tabii ki yazının içine girmeden önce iş sağlığı ve güvenliğinin öznelerini tanımlamak yarar sağlar. Esasında bu konu ülkemizdeki herkesi ve her kurumu ilgilendirmektedir. Konuyu biraz daha elde tutulur hale getirmek için üçlü yapı dediğimiz; devlet, işveren ve işçi özneleri üzerinden gitmek en doğrusudur.
İş Sağlığı ve Güvenliği ve Devlet
Yukarıda bahsettiğimiz üçlü yapıdaki en önemli aktör DEVLETTİR. Konuyla ilgili devletin en çok eleştiriye tutulduğu husus, yeterince denetimin olmamasıdır. Çünkü yaptırımların uygulanabilmesi bu denetimlere bağlıdır. Bu denetimleri Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı(ÇSGB) yapmalıdır. Yani devlet kavramını özelde temsil eden kurum ÇSGB dır. Yazımızın bunda sonraki bölümünde bakanlık tabirini kullanacağız.
Bakanlığın kendi bünyesi içinde “Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı” bu denetimleri yapacak olan birimdir. Peki denetimden ne anlamamız gerekiyor? Rehberlik ve Teftiş Başkanlığının görevlerine baktığımız zaman;
“Bakanlığın görev alanına giren konularda ulusal ve uluslararası mevzuatın uygulanmasını izlemek, mevzuat çalışmaları yapmak, gerektiğinde, teftiş ve denetimler sonucunda, mevzuatın aksayan yönleri, uygulanabilirliği, sektörel bazda ilgili kurum ve kuruluşlarca alınması gereken önlemleri belirlemek.” şeklinde ifade edilmiştir. Bu tanım, denetimlerin maksadının, mevzuat odaklı olduğunu ispat etmektedir.
Açıkça söylemek gerekirse 6331 sayılı İSG kanunumuz başta olmak üzere, İSG yönetmeliklerimiz ve diğer İSG mevzuatımız yeterli düzeydedir. Mevzuatımızın dinamik yapısı yapılmakta olan değişiklik ve düzenlemelerle sağlanmaktadır.
İşveren ve İşletmenin Önleme Politikası
İşveren iş sağlığı ve güvenliğinin diğer bir aktörüdür. Bana göre bu sistem içerisinde en önemli öznedir. 155 No’lu İş Sağliği ve Güvenliği ve Çalışma Ortamına İlişkin ILO Sözleşmesi ülkemizin kabul ettiği uluslararası bir sözleşmedir. Ve bu sözleşme ülkemizdeki İSG sisteminin yapı taşı bir düzenlemedir. Şöyle ki; bu sözleşmede temel iki konu vardır. Bunlardan birincisi “ulusal isg politikası”, diğeri ise “işletme düzeyinde isg politikası”dır.
İşletme düzeyinde isg eylemleri denince İŞVEREN ve ÇALIŞAN aktörleri işin içine girmektedir. Özetle söyleyecek olursak; ulusal isg politikasına uygun korunmaya yönelik yönetsel yaklaşımlar her iş yerinde benimsenmelidir. Ve bu konudaki sorumluluk işverene aittir. Her işveren, kendi iş yerinde, genel yönetim sistemi içerisinde yer alacak bir isg yönetim sistemini kurmalıdır.
Tabii ki bunu başarabilmek için her işverenin eğitimli olması gerekir. En azından çalışanlarından daha eğitimli ve bilgili olması gerekmektedir. Ve aynı zamanda işveren, isg faaliyetlerinin önünü açacak taahhütlerde bulunmalıdır.
Çalışanın Rolü
İş yerlerinde uygulanacak önleme politikasının temel taşı her zaman çalışanlardır. Çalışanlar iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarına katılmalıdır. Çalışanların katılımının sağlanmadığı bir sistem başarısız olacaktır. Sadece uygulamalara katılmakla yetinilmez. Aynı zamanda çalışanlar karar alma süreçlerinin içinde de yer almalıdır.
İSG mevzuatında sıklıkla çalışanların görüşlerinin alınması ve katılımlarının sağlanması bir emir mahiyetinde yer alır. Ancak bu katılımın nasıl yapılacağına pek yer verilmemiştir. Önceden bahsettiğimiz iş yeri önleme politikası ve İSG yönetim sistemi kurulurken bu konu açıklığa kavuşturulmalıdır.
Yani çalışan katılımının nasıl sağlandığı İSG yönetim sistemi içerisinde kanıtlarıyla ortaya konulmalıdır. Buda ancak yazılı bir belgelendirme yöntemiyle imkan bulur. Çalışan katılımının sağlanması ve ispatlanması yükümlülüğü tamamıyla işverenindir.
Mevcut İş Sağlığı ve Güvenliği Durumu
Bu yazının tamamlandığı tarih itibarıyla mevcut durumu özetleyecek olursak;
- Çalışma ve sosyal güvenlik bakanlığının yaptığı denetimler etkili ama yetersizdir.
- Ulusal İSG Politikası genellikle kağıt üzerinde kalmakta, pratik hayatta yer bulmamaktadır.
- İş yerlerinde İSG yönetim sisteminin kurulmasından yükümlü işverenler EĞİTİMSİZDİR.
- İşletme sahipleri ve yöneticileri iş sağlığı ve güvenliği faaliyetlerini sadece hukuksal bir zorunluluk olarak görmektedirler.
- Çalışanların iş sağlığı ve güvenliğine olan inançları yoktur. İş sağlığı ve güvenliği, çalışanlar tarafından genellikle kişisel menfaatlerin gerçekleştirilebileceği bir araç olarak görülmektedir.
- Mevzuat gereği İSG yönetim sistemi içerisinde iş yeri hekimlerine üst düzey görev verilmiştir. Ancak iş yeri hekimleri, yapısal birtakım sorunlardan dolayı gerçek rollerinin gereğini yerine getirmemektedirler.
- İş güvenliği uzmanları iş kazası yargılamalarındaki olumsuz örneklerden dolayı korkuyla hareket etmektedirler. İş güvenliği uzmanlarına mevzuat gereği biçilen rolün üstünde bir beklentiyle bakılmaktadır. İş güvenliği uzmanları etik olarak bağımsız değildir.
Bu listeyi daha da uzatabiliriz. Ancak çözüm odaklı olmak namına tavsiyemiz, tüm aktörlerin iyi niyetle ellerinden geleni yapmaya devam etmeleridir. İş sağlığı ve güvenliğinin amacının sadece çalışanın sağlığı olmadığı, aynı zamanda iş yerinin güvenliği ile üretimin verimliliğinin sağlanmasının da olduğu unutulmamalıdır. Bu kapsamda öncelikle iş yeri kurucularının ve sahiplerinin İSG eğitimlerine öncelik verilmelidir. Türkiye sorunsalı içinde pratik hayattaki uygulamalar ön plana çıkarılmalıdır.